İsveç’te Müesses Nizamın Değişimi ve Yeni Dış Politika Anlayışı

İsveç Arktik bölgesinde yer alan ve dolayısıyla bölge politikalarında önem sahibi olan bir ülke. Yüksek refah düzeyiyle dünyanın geri kalanını imrendiren, uzun yıllardır sınır ve iç güvenlik tehditlerinden, küresel politika tartışmalarından uzak yaşayan ülke; Arktik’in küresel bir çekim merkezi olması sebebiyle değişime uğramaya başladı. Yaşanan evrim belli tartışmaları da beraberinde getirdi. İsveç’te yaşanan tartışmalar ülkenin kendi geçmişine ve travmalarına dayanmaktadır, bu travmaların en büyüğü 17 Eylül 1809’da son bulan İsveç İmparatorluğu Rus İmparatorluğu savaşıdır. Harbin etkisi öylesine büyüktür ki İsveç’in dış politika algısını ve devlet reflekslerini iki asırdır hala o algılar ve travmalar şekillendirmektedir. İsveç için doğrudan “Anayurt Toprağı” sayılan ve günümüz Finlandiya’sının kurulu olduğu bölge bir hezimet sonucunda Rusya’ya kaybedilmiş, bunun neticesinde de İsveç uluslararası politik kutuplaşmalardan kendisini tamamen soyutlamıştır. Napolyon savaşlarının devam ettiği süreç içerisinde Fransız Rus yakınlaşmasını takiben yaşanan Birleşik Krallık İsveç ilişkilerindeki iyileşme İsveç’i savaş konusunda daha istekli olmaya itmiş fakat savaş sonucunda çok ağır bir yenilgi alması sebebiyle politik bloklaşmalardan uzak durmanın en iyisi olduğu fikri İsveç’in tüm devlet kurumlarına yansımıştır. Bununla birlikte İsveç günümüzde Arktik’in bu kadar önemli bir çekim alanı haline gelmesiyle iki dünya savaşında da koruyabildiği “Tarafsızlığa Adanmışlık”, yani konu her ne olursa olsun hiçbir kutba dahil olmamak, politikasından uzaklaşmaya başlamıştır. Bu değişim İsveçli önemli siyaset insanlarını durumu değerlendirmeye itmiştir çünkü yaşanan evrim iki asırlık bir politikanın toptan terkedilmesini gerektirmektedir. Müesses nizamın dış politikadaki genel stratejisi “Savaş bloklarına dahil olmama, küresel siyasetteki gruplaşmalara dahil olmama, tüm dış politika gücünü İsveç ve çeperini savaş ihtimalinden uzak tutmak için kullanma” olarak özetlenebilir. İki dünya savaşı ve bir soğuk savaş dönemini bu genel stratejiye bağlı şekilde geçirmeye çabalamış bir ülkede yaşanan değişimler siyasetçileri ve akademisyenleri ciddi oranda endişelendirmiştir. Yeni dönemde İsveç ABD’yle olan ilişkilerini geliştirmekte, NORDEFCO gibi yapılar vasıtasıyla da Avrupa içerisinde ancak Avrupa’dan bağımsız yapılarla önemli bir siyasal aktör olmaya çabalamaktadır. Bunun için de iki asırlık kurulu düzen kökünden, büyük çaplı şekilde, değişmelidir.

Bu bağlamdaki gelişmeler göz önünde bulundurularak İsveç’te dış polikanın sac ayağı tartışmalarından eski başbakan da dahil olmak üzere siyaset insanlarının kaleme aldıkları beş ayrı tartışmayı konu alan metinler DSJOURNAL tarafından İsveççesinden Türkçeleştirilmiştir.

İlk metin “İsveç neden barış ve yumuşama politikasını terk etti?” başlıklı ve geniş bir yazar kadrosuna sahip. Eski Dışişleri Bakanı Hans Blix, eski Washington Büyükelçisi ve AGİT Vatandaşlık Komiseri Rolf Ekéus, Parlamento eski Üyesi ve Dışişleri Komisyonu Başkan Yardımcısı Birgitta Hambraeus, Eski Milletvekili Pär Grantedt, eski Savunma Bakanlığı Devlet Sekreteri ve Moskova Büyükelçisi Sven Hirdman, eski silahsızlanma müzakerecisi ve Kopenhag büyükelçisi Carl-Magnus Hyltenius, eski Savunma Bakanı ve Riksdag Başkanı Thage G Peterson, eski Uluslararası Kalkınma İşbirliği Bakanı ve BM Büyükelçisi Pierre Schori, Silahsızlanma Sorunlarından Sorumlu eski Devlet Sekreteri ve Parlamento Üyesi Maj Britt Theorin, kalemlerini içeren yazı İsveç’in politika değişimine sorgular şekilde yaklaşıyor ve ortaya önemli bir eleştiri koyuyor. Yazar listesinin güçlü yapısı da eleştiriyi çok etkili hale getiriyor.

1) “İsveç neden barış ve yumuşama politikasını terk etti?

İsveç dış ve güvenlik politikası, şu anda dikkate değer ölçüde yüksek derecede bir belirsizlik ve endişe ile karakterize edilmektedir. Yakın zamanda Riksdag’daki burjuva partileri*, İsveç’in gerekli gördüğü takdirde NATO üyeliğine başvurma hakkını -NATO seçeneğini- saklı tuttuğuna dair bir Riksdag bildirisini yayınladı. Bu elbette böyle. İsveç egemen bir devlettir. Lakin iktidar partilerinin bu bildiriyi desteklemediklerine dair özel bir meclis açıklaması yapılarak, sadece İsveç güvenlik politikası konusunda belirsizlik yaratılmış olundu. Hükümet İsveç’in ittifaklardan özgürlüğün (alliansfrihet)* arkasında olduğunu vurguladı. İyi hoş ancak sorun şu ki, İsveç son yıllarda ABD’ye o kadar bağımlı hale geldi ki, bizim “ittifaklardan özgürlük” iddialarımızın ciddi bir inanılırlık sorunu var.

Soğuk Savaş sırasında İsveç bağımsız bir dış politika ve güvenlik politikası izleyebildi. “Savaşta zamanlarında tarafsızlığı sağlamayı amaçlayan bir barış zamanlarındaki ittifaklardan özgürlük”, İsveç’te yıllar yılı “bize iyi hizmet ettiğini” belirttiğimiz bir güvenlik politikası doktriniydi. İsveç ve Finlandiya, Kuzey Avrupa’da Soğuk Savaş savaşçılarını ayrı tutan tarafsız bir bölge oluşturdu. “Koşullarımız için güçlü bir savunma” sayesinde hiçbir işgalci aktörün İsveç topraklarının kontrolünü ele geçirmemesini ve rakibi o bölgeden tehdit etmemesini sağlayabildik.

Her iki taraf da bunun faydasını gördü ve saygı duydu. İlgili herkes, örneğin, Sovyetler Birliği İsveç’in veya Finlandiya’nın bir kısmının kontrolünü ele geçirmeye çalışırsa, bunun NATO için o kadar ciddi bir tehdit olarak algılanacağını ve bir karşı saldırının kaçınılmaz olacağını anladı. Aynı zamanda dünya siyasetindeki bağımsız ve yapıcı seslerdik. Bu, Soğuk Savaş’ın sona ermesine yol açan 20. yüzyılın sonundaki Avrupa’nın “Yumuşama” politikasında önemli roller oynamamızı sağladı.

Şimdi o dönem geride kalmış görünüyor. İsveç artık bağımsız bir dış politika ve güvenlik politikası izlemeye cesaret edemiyor, ancak mümkün olduğunca yüzünü ABD’ye dönmeye çalışıyor. Bu, Rusya’nın saldırgan ve baskıcı politikalarıyla da doğrulanmaktadır. Lakin bugünün Rusya’sından gelen tehdit, Soğuk Savaş Sovyetler Birliği’nden gerçekten daha mı büyüktür? O zamanlar, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’nın askeri yeteneklerinin kabaca NATO’nunkilere eşit olduğu düşünülüyordu. Bugün, Rusya’nın yeniden silahlanmasına rağmen, ABD savunma harcamaları Rusya’nınkinden yaklaşık on kat, Avrupalı NATO ülkelerininki ise Rusya’dan üç kat daha fazla. Rusya’daki düşük maliyet düzeyi dikkate alındığında dahi ABD/NATO askeri kapasitesinin Rusya’nınkinden birkaç kat daha fazla olması beklenebilir. Üstüne üstlük Rusya’nın zayıf ekonomisi, bu güç dengesinin yakın gelecekte Rusya’nın lehine pek değişmeyeceği anlamına gelmekte.

Kabul etmek gerekir ki Kremlin, “yakın çevresindeki” etkisini güçlendirmek ve Batılı güçleri uzak tutmak için askeri saldırganlık unsurlarını da içerisinde barındıran ofansif bir politika izliyor. Bununla birlikte Finlandiya’ya, İsveç’e veya Baltık ülkelerine yapılacak bir saldırıda mutlaka göz önüne alınması gereken NATO’yla bir askeri çatışmanın Rusya için ölümcül olacağı ve Rus kamuoyundan hiçbir desteğinin olmadığı anlaşılmaktadır. Rusya’nın İsveç, Finlandiya veya Baltık topraklarını kontrol etmesi NATO için o kadar büyük bir stratejik gerileme olur ki, NATO üyesi olmasalar dahi bu durum zaten halihazırda kabul edilemezdir.

İsveç’in ABD’yle şu anki yakınlaşması; dış politika bağımsızlığımızın büyük oranını, dünyadaki çatışmaları önleme ve yumuşamaya yapıcı bir şekilde katkıda bulunma fırsatlarımızı feda ettiğimiz anlamına geliyor. ABD baskısının İsveç’i nasıl nükleer silahlara karşı köklü politikasını terk etmeye ve BM’nin müzakere ettiği, şimdilerde yürürlüğe giren, Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması’nı imzalamaktan kaçınmaya yönlendirdiğini görüyoruz. Ancak her şeyden öte, İsveç’in yeni politikası, ülkemizin güvenlik çıkarlarına tamamen aykırı olarak İsveç’in ABD ve Rusya arasındaki çatışma hattına girmesiyle Kuzey Avrupa’da artan gerilime katkıda bulundu.

İsveç’e yönelik birincil tehdit, son 10-15 yılda Kuzey Avrupa’da ortaya çıkan ve bu durumda İsveç’i de etkileyecek büyük bir güç çatışmasını tetikleme riski taşıyan yüksek düzeydeki askeri-politik gerilimdir. Bunun pek çok sebebi vardır ve hem Rusya hem de ABD suç ortağıdır.

Soğuk Savaş sırasında Baltık Denizi bölgesinde büyük ölçüde bulunmayan Amerikan Silahlı Kuvvetleri, hem savaş gemileri hem de savaş uçakları ile, on yıldır varlığını sürdürüyor. Kuzey Avrupa bölgesinde – Baltık Denizi bölgesinde ve Laponya’da* – Rusya’ya yönelik olan bir dizi askeri tatbikata tek taraflı olarak veya diğer NATO devletleriyle birlikte ve hatta İsveç ve Finlandiya’nın da katılımıyla bulunuyorlar.

Rusya ise Batı Rusya’daki, hem Kaliningrad’da hem Laponya’da, kuvvetlerini güçlendirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından uzun bir zayıflama döneminden sonra, Rusya bir kez daha gelişmiş silahlara sahip modern bir askeri güce sahip.

Bu nedenle İsveç’in güvenliğine yönelik gerçekten ciddi olan tek tehdit, Avrupa’da ve yakın bölgemizde büyük bir güç çatışmasıdır. Yapmamız gereken, dış politikamızı ve diplomasimizi, büyük gücün hakim gerilimlerini ve dolayısıyla bizi vuracak bir çatışma riskini azaltmaya çalışmak üzerine odaklamaktır. Kapsayıcı hedef, benzer düşünen devletlerle birlikte, büyük güçlerin güç mücadelesine karşı koymak ve zamanımızın büyük zorluklarını karşılamak için küresel işbirliğini teşvik etmek olmalıdır.

Bu dünya savaşları ve Soğuk Savaş deneyimlerini dikkate alan ve gerçek çıkar analizlerine dayanan revize edilmiş bir İsveç güvenlik politikasını gerektiriyor. Küçük bir ulus için güvenilir ve öngörülebilir bir güvenlik politikası izlemek çok değerlidir. Finlandiya, İsviçre ve Avusturya bunun iyi örnekleridir, ancak İsveç’te pek değildir. Bugün İsveç halkı içerisindeki, komşu ülkelerimizde ve büyük güçler arasındaki, eğer kritik bir güvenlik durumuna düşersek İsveç’in gerçekten hangi politikayı izleyeceğine dair belirsizlik bizim için zararlıdır.

NATO üyeliği İsveç’in güvenlik sorunlarını çözmez, ancak bizi daha savunmasız hale getirir. İsveç, Finlandiya gibi, topraklarımızın diğer devletler tarafından düşmanca amaçlarla kullanılmasına izin vermediğimizi belirtmelidir. Başka bir ülkeye yönelik potansiyel bir tehdidin parçası olarak görülmemeli, barış, yumuşama ve küresel iş birliği için açık bir aktör olarak görülmeliyiz.”

*İsveç siyasal hayatında “burjuva partileri” tanımı Merkez Partisi, Liberal Halk Partisi, Hristiyan Demokratlar ve Ilımlı Birlik Partisi’ni içeren genel geçer ittifakı tanımlamak için kullanılmaktadır. İttifaklar siyasetinin gereği olarak birbirleriyle ittifak kurma olasılığı daha yüksek olan partilerin bir araya gelerek oluşturduğu bu topluluk İsveç için “Burjuva Partileri” olarak isimlendirilir.

*İttifaktan özgürlük (alliansfrihet) İsveç’in genel dış politikasını tanımlarken siyasal bloklaşmalardan bağımsız kalma durumunu ifade etmek için türetilmiş bir terimdir.

*Laponya İskandinavya bölgesinin kuzeyinde yer alan toprakları kapsayan coğrafi bir terimdir. Metnin orijinalinde “Nordkalotten” yani “Kuzeyin şapkası” sözcüğü kullanılmış olmasına rağmen tercüman tarafından Türkçe’de de karşılığı bulunan Laponya terimiyle ifade edilmiştir. Bölgelerin sınırları birbirine içkin olduğundan akademisyenler zaman zaman terimleri birbirine eş olarak kullanmaktalar.

Kaynak: https://www.dn.se/debatt/varfor-har-sverige-overgett-sin-politik-for-fred-och-avspanning/

İsveç uzun yıllardır dış politikasını tarafsızlık kavramı ekseninde şekillendirmiştir. Arktik bölgesinin küresel bir çekim merkezi haline gelmesiyle birlikte İsveç’in müesses nizamı ve dış politika anlayışı değişiklikler göstermektedir. Askeri, siyasi ve ticari olarak hem bölgesel hem de küresel anlamda yeni bir dış politika yaklaşımı geliştirmek isteyen İsveç’li yetkililere yine İsveç’li emekli diplomatlar da eleştiriler getirmekte ve bu değişimin yaratabileceği sorunlar ile çözüm önerileri günümüz yetkililerine sunulmaktadır. Geçmişte Rusya büyükelçiliği de yapmış olan tecrübeli diplomat Sven Hirdman ve Körfez Savaşı sırasında Birleşmiş Milletler Irak Özel Komisyonu direktörlüğü yapmış olan Rolf Ekeus’un birlikte kaleme almış oldukları “NATO üyeliği ileriye dönük bir yol değil (Medlemskap i Nato är inte vägen framåt)” başlıklı yazı bölge siyasetini ve İsveç’i anlayabilmek için önemli ayrıntıları içerisinde barındırmakta.

2) “NATO üyeliği ileriye dönük bir yol değil

Güvenliğimize yönelik en büyük tehdit, büyük güçler arasında Avrupa’da patlak verebilecek ve İsveç’e bir Rus saldırısıyla sonuçlanabilecek yeni bir güç mücadelesidir. Ülkemize karşı münferit, kışkırtılmamış bir Rus saldırısı aşağıdaki nedenlerden dolayı olası değildir:

1. İsveç, Rusya için stratejik bir hedef teşkil etmiyor, topraklarımız, ulusu birleştirme politikasında herhangi bir rol oynamıyor ve bize karşı hiçbir tarihsel toprak iddiası yok.

2. 200 yıldır hiçbir ittifaka üye olmayan İsveç’e bir Rus saldırısı, Avrupa’da yerleşik güvenlik politikasını baltalayacak ve başta AB ve NATO olmak üzere güçlü bir tepkiye [zaten] yol açacaktır.

3. İsveç’e yönelik bir askeri saldırının dezavantajları, Rusya için avantajlarından daha ağır basmaktadır. Rusya kendisini daha da büyük bir ekonomik ve siyasi izolasyon içinde bulacaktır. Rusya’da bu tür saldırı planlarına herhangi bir destek veya ilgi görmek de mümkün değil.

4. Rusya, Sovyetler Birliği değildir. Başkan Vladimir Putin tarafından yönetilen, piyasa ekonomisinin yasalarına göre yaşayan ve komünist olmayan Rusya Federasyonu’nun, İsveç’i, Avrupa’nın yarısını ele geçirmiş olan Joseph Stalin ve haleflerinin liderliğindeki SSCB diktatörlüğünden daha fazla korkutuyor gibi görünmesi gariptir.

Mevcut durumda, Finlandiya’ya bir Rus saldırısı pek olası değil. Rusya’nın Baltık ülkelerine ve Polonya’ya saldırması pek mümkün değil, çünkü onlar NATO üyeliği ve topraklarında konuşlanmış NATO birlikleri tarafından korunuyorlar. Rusya’nın çok ciddi bir tehlike altında olmadığı sürece Batı Avrupa devletlerine kasten saldıracağını varsaymak tamamen mantıksız. Bu Rusya için bir intihar kararnamesi olur ki bu yaklaşım Rus halkından da destek görmüyor.

NATO Askeri Komitesi başkanı General Petr Pavel’in (2020) Kasım ayında Tass ile yaptığı röportajda, NATO’nun Baltık devletlerinin topraklarına yönelik herhangi bir Rus ihlali görmediğini ifade etmesi burada belirtilmelidir. 2008’de Gürcistan ve 2014’te Ukrayna ile askeri çatışmalarının Rusya’nın Batı Avrupa’ya da yönelebilecek saldırgan politikasının kanıtı olduğu iddiası geçerli değil. Bu çatışmaların kökenleri, Sovyet devlet yapısını mündemiç olan ve Sovyetler Birliği dağıldığında yüzeye çıkan etnik ve diğer çatışmalarda yatmaktadır. İsveç’in savunma tartışmalarında genellikle ileri sürülen bu savlar Rusya’nın Batı Avrupa devletlerine yönelik davranışı için emsal teşkil etmiyorlar.

Dış dünyanın ve özellikle Rusya’nın dikkatini çeken önemli bir değişiklik, 1990’ların başından bu yana İsveç güvenlik politikasında meydana gelen kademeli şekilde yaşanan düzenlemelerdir. Bu düzenlemeler ve değişiklikler 200 yıllık bağlantısız siyasetten saptığımız anlamına geliyorlar ki bu durum İsveç’in büyük güç çatışmalarından uzak durması gerektiği ile ilgili olan 1812’nin politikasıyla, yani Karl XIV Johan’ın doktriniyle, yakından ilgilidir. 19. yüzyılın sonundan 1991 yılına kadar yürürlükte olan ve yakın bölgelerde bir savaş durumunda bile tarafsızlığı korumayı amaçlayan politikamıza değindiler. Her iki dünya savaşında da bu pozisyona bağlı kaldık. Ancak, 1991’den bu yana herhangi bir askeri ittifaka katılmayacağımızı beyan etmeye devam ederken, adım adım NATO ve ABD ile giderek daha fazla ilişki kuruyoruz.

Savunma ve güvenlik politikasındaki bu değişiklikler sebebiyle İsveç savunmasız bir konumda kaldı; Rusya da dahil olmak üzere dış dünya, Kuzey Avrupa’da bir askeri çatışma durumunda İsveç’in ABD’nin yanında yer alacağı ve İsveç toprakları üzerinde askeri operasyonlara girişmesi için ABD’ye izin vereceği sonucuna varabilir.

Dolayısıyla İsveç için gerçekten önemli olan, Avrupa’da bizim de muzdarip olabileceğimiz bir süper güç çatışması olasılığını azaltmak için neler yapabileceğimizdir. Çok şey var: Elbette, İsveç toprakları dışındaki ABD ve NATO askeri operasyonlarına katılıma değil, tam olarak sürdürülebilir bir savunmaya odaklanan kapsamlı bir İsveç toplam savunması inşa etmeye devam etmeliyiz. Finlandiya ile birlikte, büyük güçler arasında bir rahatlama bölgesi olarak geniş ortak topraklarımızı yabancı askeri varlığından uzak tutmaya çalışmalıyız. Finlandiya stratejik doktrini, Finlandiya’nın “topraklarının diğer devletlere karşı düşmanca amaçlarla kullanılmasına” izin vermediği hükmünü içermektedir. İsveç buna karşılık gelen bir taahhütte bulunmalıdır. Diğer İskandinav ülkeleriyle işbirliği güçlendirilmeye devam edilmelidir. Norveç’te, ülkenin Amerikan büyük güçlerinin çıkarlarına fazla bağımlı hale gelip gelmediği ve bunun yerine diğer İskandinav devletleriyle işbirliğini daha iyi güçlendirmesi gerekip gerekmediği konusunda hararetli bir tartışma var.

İsveç’in güvenliğine yönelik tek gerçek tehdit, Avrupa ve çevresindeki bölgelerdeki süper güçlerin çatışmasıdır. Ne kadar silah geliştirsek de böyle bir çatışmaya girmeyeceğimizi garanti edemeyiz. NATO üyeliği veya ABD ile askeri ittifak da bu konuda bize yardımcı olmayacak çünkü bu durumda hedeflerden birine dönüşeceğiz. Yapılması gereken, tüm dış politikamızı ve diplomatik güçlerimizi, süper güçler arasındaki gerilimi ve dolayısıyla bizim de zarar göreceğimiz bir çatışma riskini azaltmaya çalışmaktır. Bu, İsveç’in güvenlik politikasının, iki dünya savaşından ve Soğuk Savaş’tan edinilen deneyimlerin yanı sıra pratik çıkarlarımızın analizini hesaba katarak gözden geçirilmesini gerektiriyor.

Değerlerin önemini küçümsemeden, bir ülkenin güvenlik politikasını sadece bunlar üzerine inşa etmenin imkansız olduğunu kabul etmeliyiz. Değerler ve tarihsel deneyimler farklı kültürlerde farklılık gösterir, bu da farklı ülkelerin çıkarlarının farklı olduğu anlamına gelir. Bu anlaşılmazsa siyaset gerçekçi olmaz.

Ayrıca, küçük bir ulusun dürüst ve öngörülebilir bir güvenlik politikası sürdürmesi çok önemlidir. Finlandiya, İsviçre ve Avusturya bunun iyi örnekleridir, ancak İsveç o kadar iyi değil. Komşu ülkeler ve süper güçler ve hatta İsveç halkının kendisi kendimizi bir kriz durumunda bulmamız durumunda ülkemizin nasıl bir politika izleyeceğinden tam olarak emin değil ve bu bizim için çok zararlı. İsveç, Rusya’nın bizim NATO’ya katılma niyetinde olduğumuza ve böylece savaşa hazırlandığımıza inanmak için nedenleri olacak şekilde davranmamalıdır. Aynı şekilde, Amerika Birleşik Devletleri’ne de böyle bir umut aşılamamalıyız.”

Kaynak: https://inosmi.ru/politic/20210112/248887137.html

Eski İsveç Başbakanı Carl Bildt ise bu genel kanının aksini düşünenlerden. Müesses nizamın İsveç için uygun olmadığını, zaten politikanın geçmişte revize edildiğini ve aynı kalmadığını, yapılması gerekenin yine bir revize olması gerektiğini ifade eden Bildt “Yazarlar ne yazık ki bir zamanların ön yargılarına saplanmış görünüyorlar” başlıklı yazısıyla eleştirenleri eleştiriyor.

3) “Yazarlar ne yazık ki bir zamanların ön yargılarına saplanmış görünüyorlar

Tartışmacıların DN Debatt’taki performansları inkar edilemez şekilde yeni bir soluk getirdi. Ana tezleri, eğer öyle denebilirse, çoğu şey eskiden daha iyiydi olduğu için, sanırım bunu da eleştiriden çok iltifat olarak algılıyorlardır.

Tezleri, ABD’den uzak durmamız, NATO’ya hiç yaklaşmamamız ve bunun yerine Avrupa’da belirsiz bir barış politikası izlememiz gerektiğiydi. Her ne kadar Avrupa’da askeri saldırganlığı da içeren bir Rus politikasından söz ediliyor olsa da, en endişe verici şey ABD’nin Baltık Denizi bölgesindeki askeri varlığının artmasıydı.

Ancak yazarlar ne yazık ki bir dönemin önyargılarına kapılmış görünüyorlar. Son yıllarda, iddialarının aksine İsveç’in, Soğuk Savaş on yılında hüküm süren durumu değiştirmek için amaçlı ve uzun vadeli bir Avrupa barış politikası izlediğini söylemek isterim.

Buradaki temel fikir, barışın güvenlik politikası açısından da giderek genişleyen bir işbirliği ile güvence altına alınması gerektiğidir ve elbette her ulusun hem toprak bütünlüğüne hem de yolunu seçme hakkına saygı gösterilmesi mutlak bir önkoşul olmuştur.

1995’te katıldığımız Avrupa Birliği’nin, Orta Avrupa’daki eski Sovyetler Birliği uydu devletlerini ve üç eski Sovyet cumhuriyeti olan Estonya, Letonya ve Litvanya’yı içerecek şekilde genişlemesi bu uzun vadeli barış stratejisinin önemli bir parçasıydı ve nihayetinde uygulamada 19. yüzyılın başından daha da izolasyon odaklı bir İsveç çizgisi bıraktı.

Bu ülkelerin NATO üyeliği yoluyla bir Amerikan güvenlik garantisi istemelerini, en azından biraz tarih okumuş olanlar için, anlamak o kadar zor olmamalı. Bu yollarla artan güvenlik elde etmeleri elbette İsveç’in de çıkarınaydı.

Bu işbirliği çabasının mümkün olduğu kadar büyük bir kısmının Rusya’yı da içermesi umuluyordu ve bunun için büyük çabalar sarf edildi. AB, işbirliğini ilerletmek için yılda iki kez Rusya ile zirveler düzenledi. Örneğin Aralık 2009’da Stockholm’de AB-Rusya zirvesini yaptığımızda, modernizasyon için çok iddialı sözde ortaklık için inisiyatif aldık.

Buna ek olarak Polonya ve İsveç’in girişimiyle, her şeyden önce Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın çok daha yakın işbirliğine sahip olabilmek amacıyla talep ettikleri byük istekleri yerine getirebilmek için 2009’da AB’nin sözde Doğu Ortaklığı da eklendi. AB. Bu, diğer şeylerin yanı sıra, bu üç demokrasi ile ortaklık ve derinlemesine serbest ticaret anlaşmaları ile sonuçlanacaktı.

Bununla birlikte, o zamandan bu yana yaşanan gelişmeler, Rus politikasının açıkça revizyonist bir yöne dönmesi gerçeğiyle belirlendi. Kırım’ın ilhakı da dahil olmak üzere Ukrayna’ya yönelik askeri saldırı, hem genel olarak uluslararası hukukun hem de daha önce üzerinde geniş bir anlaşmaya varılan Avrupa güvenlik ilkelerinin açık bir ihlaliydi.

Bunun elbette sonuçları oldu. Rusya’nın yakın çevresindeki diğer ülkelerin – örneğin Estonya, Letonya ve Litvanya ile Polonya’nın – o zamanlar daha güvensiz bir durum yaşaması pek şaşırtıcı değildi.

NATO üyesi olmalarına rağmen, örgüt şimdiye kadar ortak savunma için planlar yapmak ya da bunun nasıl yapılabileceğini uygulamak için hiçbir neden görmemişti. Ancak Rus saldırganlığı bunu açıkça gerekli kıldı.

NATO’nun geçmişte sahip olduğu ortak hava polisliği çabalarına ek olarak, o zamandan beri Estonya, Letonya ve Litvanya’nın her birinde dönen bir tabur muharebe grubuna sahip olması, NATO’nun varlığının artmasına kesinlikle katkıda bulunmuştur ancak aynı zamanda istikrarı da arttırmıştır. Bu açıkça savunmayı vurgulayacak ancak aynı zamanda da bir tehdit olarak algılanamayacak şekilde tasarlandı.

Baltık Denizi’nin diğer yakasındaki bu NATO harekâtının son yıllarda Avrupa’nın bizim bölgemizde tek ve en önemli istikrar sağlayıcı güvenlik politikası harekâtı olduğunu söylemek isterim. Kesinlikle önemli olan Amerikan unsurları da var, ancak üç Baltık NATO operasyonunun Birleşik Krallık, Kanada ve Almanya tarafından yönetildiğini belirtmek gerekir.

Alternatif, Rusya’nın komşu ülkelere karşı askeri saldırıya hazır olduğunu gösterdiği bir durumda NATO’nun bu üç ülkeyi fiilen terk etmesi olurdu. Bunun gerçekleşmemesi, İsveç’in bir parçası olduğu tüm bölgedeki güvenliği güçlendirdi.Sadece İsveç’e karşı neredeyse hiç askeri tehdidin olmadığı görüşünü tamamen paylaşıyorum. Güvenliğimiz tüm bölgemizin bir parçasıdır ve bu nedenle savunmamız da bu bakış açısıyla tasarlanmalıdır. Savunmamız için diğer ülkelerin topraklarından gelen çabalar önemli olabileceği gibi, bizim topraklarımızdan gelen çabalar da aynı şekilde diğer ülkelerin savunması için büyük önem taşıyabilir. Yönün, tüm Kuzey Avrupa demokratik bölgesinin savunmasının ortaklaşa yürütülebilmesi ve yönetilebilmesi gerektiği yönünde olması gerektiğini savunuyorum.

Önemli adımlar atılmış olsa da henüz o noktada değiliz. NATO ile mümkün olduğunca yakın işbirliği yapmaktan endişe duymamız, aynı zamanda da en önemli istişarelerin yapıldığı ve en önemli kararların alındığı organların bir parçası olmaktan korkmamız bir anormallik olmaya devam ediyor. Uydu rolünü kabul ediyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri, bazıları Avrupa güvenliği için çok önemli olan önemli askeri yeteneklere sahiptir, ancak ülkenin giderek Asya bölgesindeki zorluklara odaklanmasını beklemeliyiz. Sonuç olarak, NATO çerçevesi içinde veya dışında, bölgesel ve Avrupa işbirliği bizim için de giderek daha önemli hale geliyor. ABD hakkında kendi kendimize gelin güvey olup takıntı haline getirmenin pek akıllıca olmadığı konusunda hemfikirim. Paradoksal olarak, NATO gerekli çerçeveye daha geniş katkıda bulunuyor, ancak umarım AB de adım adım giderek daha önemli hale gelebilir.

Ve örneğin AB’nin Doğu Ortaklığı’nda ifade edilen Avrupa barış politikası ve İsveç’in bu yıl başkanlığını üstlendiği AGİT işbirliği de bunun önemli bir parçası.

Rusya’nın gelişiminde daha belirsiz bir aşamaya girmesi muhtemeldir. Son zamanlarda Moskova’dan gördüğümüz diplomatik tepkiler ve çıkışlar, gergin bir rejime işaret ediyor. Uzun bir aşama er ya da geç olacak ve kimsenin kesin olarak bilmediği biçimlerde diğerine geçecektir. Bu, belki de bu aşamada tüm Avrupa uluslarının güvenliğine olan bağlılığımızı güçlendirmemizi daha da önemli kılıyor. Litvanya, Finlandiya, Ukrayna ve Norveç’in güvenliği – sadece birkaçını saymak gerekirse – güvenliğimiz için de çok önemlidir.

Bunun uzun vadede önemli olduğuna inanıyorum ve umarım Rusya ile iş birliği için de daha iyi koşullar yaratır. Yakın bölgesindeki istikrarsızlık, bir sinir rejimini cezbedebilir. Ortak güvenlik için gösterilen çabalar, hiç değilse bu açıdan önemlidir.”

Kaynak: https://www.dn.se/debatt/skribenterna-tycks-sorgligt-nog-ha-fastnat-i-en-gangen-tids-fordomar/

Rusya uzmanı Jan Leijonhielm, Bildt ile benzer bir noktadan konuyu ele alıyor. Leijonhielm’e göre eski diplomatlar ve siyaset insanları NATO’ya yönelik sempatinin artmış olmasını kabullenemiyorlar. Dolayısıyla “NATO üyeliğine yönelik kamuoyunun büyümesini sindirmek zor” yazısı Leijonhielm tarafından müesses nizamın karşısında konumlanmış eleştirileri anlamlandırabilmek adına önemli.

4) “NATO üyeliğine yönelik kamuoyunun büyümesini sindirmek zor

Pazartesi günü, İsveç’in dış ve güvenlik politikası hakkında görüşleri olan bir grup eski politikacı ve diplomat DN’de izlendi. Oldukça rengarenk olan kalabalığın ortak özelliği, -neyse ki- bugün tüm siyasi etkiden yoksun olmasıydı. Ayrıca Amerikan karşıtlığının, NATO ile temas korkusunun ve çağdışı kalmış bir İsveç güvenlik politikasına duyulan nostaljinin bir macun olduğu söylenebilir.

Hiçbir argüman anlaşılamadı, ancak yine de seçim için bir cevap verilmelidir.

İçlerinden dokuz tanesi, “tarafsızlık politikasının bize iyi hizmet ettiğini” iddia ediyor. Aslında, Moskova hiçbir zaman bir savaşta İsveç’in tarafsızlığına saygı duymayı amaçlamamıştı. Bunu kanıtlayan çok sayıda tanıklık ve araştırma, iltica raporları ve daha fazlası var; ben bizzat bunu Rusya’nın en üst düzey askeri liderliğinin bir temsilcisine doğrulattım. Yazarlara göre, askeri bütçelerdeki farklılıklar, Rusya’nın NATO’ya karşı bir savaş başlatmasını imkansız hale getirmekte. O zaman Rus güvenlik politikası düşüncesini anlamıyor insan. Mevcut bütçeyle ve Batı/NATO müdahalesi olmaksızın Gürcistan’da bir saldırı savaşı yürütmek, Kırım’ı ilhak etmek ve doğu Ukrayna’da tam ölçekli bir savaş yürütmek açıkça mümkündür. Başka bir deyişle, yakın çevrenizde askeri olarak istediğinizi yaparsınız.

Finlandiya ya da İsveç saldırıya uğrarsa NATO ya da ABD’nin çökeceği kesin olmaktan uzak. Dayanışma beyanımız henüz bir tepkiyi tetiklemedi. Bazı NATO üyelerinin, üye olmayanlar için büyük savaşları riske atmakta tereddüt etmesi muhtemeldir ve ABD’de tamamen farklı bir gündeme sahip bir Trump-2 rejimi ortaya çıkabilir. Mevcut rejimde Rusya’nın görüşünün askeri kararları etkileyebileceği su götürmez bir gerçektir Öte yandan, NATO ile topyekün bir savaştan kesinlikle kaçınılmalıdır ki bu da NATO üyeliği yoluyla daha fazla güvenliğin sağlanmasının bir başka nedenidir.

Her ne kadar dokuz kişi, “Rusya askeri saldırganlık unsurlarıyla birlikte ofansif bir politika izliyor” dese de, yukarıda belirtilen koşullarda en azından dikkate değer bir azalma olduğunu, hem Rusya’nın hem de ABD’nin Kuzey Avrupa’daki artan gerilimde suç ortağı olduğunu belirttiler. Fakat bu gerilim, sadece ve sadece dış dünyayı istemediği halde yenilemeye zorlayan Rus saldırganlığının bir sonucudur. Amerikan varlığı yeni bir şey değil, zaten 1950’lerde ortaya çıktı. Lahana çorbası teorisi*, grubun düşüncesi kadar eskidir. NATO ve tatbikat faaliyetlerinin açık bir savunma karakterine sahip olduğu onların gözünden kaçmış görünüyor. Belki de Savunma Komitesi’nin sonuçlarını biraz daha yakından incelemeliler. Lars-Erik Lundin’in değerlendirmesi, nükleer yasağın nasıl bir darbe olduğunu açıkça gösteriyor.

NATO üyeliğinin sadece durumumuzu ağırlaştıracağı iddiası doğru değil, o zaman Rusya’nın bu konudaki görüşü kabul edildi. Baltık devletleri Rusya’dan ciddi bir tepki almadan NATO’ya katıldı ve bu üyelik ülkeleri Rusya’nın halihazırda olandan daha kötü saldırganlığından korudu, bugün bunun için çok minnettarlar,

Bir üyelik de güvenlik politikamıza olan güveni sarsmaz, dış dünya bizi uzun süredir NATO kampına dahil ediyor. Yapılan birkaç kapsamlı araştırma, üyeliğin avantajlarının dezavantajlarından daha ağır bastığını göstermektedir. Ayrıca, dokuz kişiden bazılarının Soğuk Savaş sırasında NATO ile yakın iş birliğimizden haberdar olmaları gerekiyor.

Bir üyelik için kamuoyunun açıkça büyüdüğünü sindirmenin zor olabileceğinin farkındayım, bugün İsveçlilerin yüzde 46’sı NATO üyeliğinden yana ve sadece 34’ü NATO üyeliğine karşıyken, yaklaşık 20’si kararsız. Değişim açık ve keskindir ve umarız bu sonunda bizi giderek tehdit eden Rusya’ya karşı demokrasi ve bağımsızlık savunmasında Batılı demokrasilerin büyük çoğunluğuyla birlikte üye olmamıza yol açacaktır.

*Kålsuparteori yani Lahana Çorbası Teorisi İsveç’in politik terimlerinden bir tanesidir, sorundaki tüm tarafların eşit derecede suçlu olduğunu ve İsveç’in genel karakterini ortaya koyan tarafsızlığın en doğru pozisyon olduğunu ifade eder. Genellikle Soğuk Savaş dönemini anlatırken kullanılır. Normal hayatta ise “Lahana çorbası içerken herkes döker” cümlesiyle anlayabileceğimiz gibi herkesin hata yapma, yanlış yapma ihtimaline işaret eden bir anlama sahiptir.

Kaynak: https://www.dn.se/debatt/svart-smalta-att-opinionen-for-nato-medlemsskap-vaxer/

Eski Dışişleri Bakanı Hans Blix, eski Washington Büyükelçisi ve AGİT Vatandaşlık Komiseri Rolf Ekéus, Parlamento eski Üyesi ve Dışişleri Komisyonu Başkan Yardımcısı Birgitta Hambraeus, Eski Milletvekili Pär Grantedt, eski Savunma Bakanlığı Devlet Sekreteri ve Moskova Büyükelçisi Sven Hirdman, eski silahsızlanma müzakerecisi ve Kopenhag büyükelçisi Carl-Magnus Hyltenius, eski Savunma Bakanı ve Riksdag Başkanı Thage G Peterson, eski Uluslararası Kalkınma İşbirliği Bakanı ve BM Büyükelçisi Pierre Schori, Silahsızlanma Sorunlarından Sorumlu eski Devlet Sekreteri ve Parlamento Üyesi Maj Britt Theorin’in eleştirilere toplu şekilde cevap verdikleri “Kuzey Avrupa’daki askeri yığınak çok ileri gitti” başlıklı yazı sayesinde bu önemli tartışma konusu en yakın zamanda yeniden tartışılmak için açılmak üzere kapandı.

5) “Kuzey Avrupa’daki askeri yığınak çok ileri gitti

Carl Bildt ve Jan Leijonhielm, İsveç güvenlik politikası hakkındaki malumatlarımızı tekrar ettiler. Burada gündeme getirdikleri bazı konulara cevap vereceğiz.

İlk olarak, Carl Bildt’in yalnızca İsveç’e karşı neredeyse hiç askeri tehdidin olmadığı konusundaki görüşümüzü paylaştığını ve ayrıca ABD’yle ilgili kendi kendimize gelin güvey olarak yapılan bir saplantının pek akıllıca olmadığını belirtmek olumludur. Ve Lejonhielm İsveç’e münferit bir saldırıdan bahsetmiyor gibi görünüyor.

Bizim gibi hem Bildt hem de Leijonhielm, Kuzey Avrupa’daki güvenlik politikası durumunun son 10-15 yılda kötüleştiğini varsayıyor. Bunun pek çok nedeni vardır: Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna’ya yönelik saldırgan davranışlarının Avrupa’da yarattığı tepkiler; Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya arasındaki artan gerilim, Kuzey Avrupa’daki yoğun askeri varlık ve öngörülemeyen olay riskinin artmasıyla kendini gösterdi; Batılı ülkelerin Rusya’nın dış ve iç politikasına tepkileri, Rusya’nın daha düşmanca davranmasına neden oldu.

Özellikle dikkat çekici olan şey, hem Rusya hem de ABD tarafından Kuzey Laponya’da ağır askeri yığınak yapılmasıdır. On yıllardır ilk kez, bölgede Amerikan uçak gemileri ortaya çıkıyor ve ABD stratejik B1 bombardıman uçaklarını kuzey Norveç’e yerleştiriyor.

Durum böyleyse, asıl soru İsveç’in nasıl davranması gerektiğidir. Özellikle Leijonhielm ve aynı zamanda Bildt, İsveç’in sadece NATO ve üye ülkeleriyle yakın bağlarını sürdürmekle kalmayıp, aynı zamanda Rusya’ya karşı bir tür caydırıcı cephede tam üyeliğe geçmesi gerektiğini varsayıyor.

Bizim görüşümüz, Kuzey Avrupa’daki askeri yığınağın çok ileri gittiği ve İsveç’i de içerebilecek gerçek bir askeri çatışma riskinin arttığı yönünde. Bu durumda Avrupa’da Rusya ile ABD/NATO arasındaki askeri ve siyasi gerilimleri azaltmak için her türlü çabanın gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz. Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa’daki hararetli tartışmaların da gösterdiği gibi, bu görüşte yalnız değiliz. AGİT çerçevesi de dahil olmak üzere, ortak, daha az çatışmalı konularda diyalog ve fikir birliği başlatmak için bir dizi yapıcı teklif öne sürülmüştür. START anlaşmasının uzatılması önemli bir ilk adımdı. Açık Semalar anlaşmasını yeniden yaşamanın mümkün olup olmadığını zaman gösterecek.

Avrupa’da “yumuşama” ve aynı zamanda koşullarımız için güçlü, barışı koruyan bir İsveç savunması için çalışmak istemekte de bir çelişki yoktur.

Bildt, İsveç’in Soğuk Savaş’ın on yılı boyunca hüküm süren durumun yerini almak için son yıllarda Avrupa’da hedefe odaklı ve uzun vadeli bir barış politikası izlediğini savunuyor; bununla birlikte Leijonhilm, Soğuk Savaş sırasında izlediğimiz güvenlik politikasını küçümsüyor.

Aslında, II. Dünya Savaşı’ndan sonra İsveç, o sırada hüküm süren siyasi gerçeklere dayanan, dikkatli bir şekilde dengelenmiş bir güvenlik politikası izledi. Bu, Amerika Birleşik Devletleri ile askeri-teknik işbirliğini ve çeşitli ülkelerle istihbarat işbirliğini içeriyordu. Batı toplumunun ayrılmaz bir parçasını oluşturan güçlü bir topyekûn savunmayı sürdürdük, ancak aynı zamanda gevşemeye ve Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere tüm devletlerle mümkün olan en iyi ilişkileri kurmaya çalıştık. Somut sonuç, Olof Palme’nin Willy Brandt tarafından desteklenen ortak güvenlik kavramı, Gorbaçov ve Reagan’ın Reykjavik’te benimsenmesine ilham verdiğinden, nükleer bir savaşta kazanmanın imkansız olduğun formülasyonu oldu. Bizim için günümüz Rusya’sından daha tehlikeli Sovyetler Birliği’nin olduğu Soğuk Savaş sırasında barış ve yumuşama için izlediğimiz dış politika ve güvenlik politikasından utanmak için hiçbir nedenimiz yok.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, İsveç güvenlik politikasının imajı daha belirsiz hale geldi ve hem yurtiçinde hem de uluslararası alanda güvenilirliğini zedeledi. Bunun nedeni, diğer şeylerin yanı sıra, tek taraflı dayanışma beyanlarımızın anlamı ve giderek artan bir şekilde NATO ve ABD güçleriyle ortaklaşa yürütülen ve İsveç topraklarındaki varlıklarını içeren İsveç askeri tatbikatlarının nasıl yorumlanacağı konusundaki belirsizliktir.

Biz ve eleştirmenlerimiz, İsveç için devam eden barışa yönelik en büyük belirsizliğin ABD ve Rusya arasındaki çatışma riskinde yattığına inanıyoruz. Eleştirmenlerimizin bu riski azaltan bir politika izlediğinden şüphemiz yok. Rusya ile barışı Batı’nın yeniden silahlanmasıyla ve İsveç de dahil olmak üzere uyumlu bir NATO aracılığıyla görüyorlar. Ayrıca caydırıcılığın güvenlik politikasında bir rolü olduğuna inanıyoruz, ancak işbirliği ve yumuşama çabalarıyla birleştirilmezse herkes için riskli olduğuna inanıyoruz. Gerginliği azaltmaya yardımcı olabiliriz, ancak bunu NATO ile güçlerimizi birleştirerek yapmayız.

Makalemize gelen tepkilerin de gösterdiği gibi, İsveç’te daha geniş ve daha canlı bir güvenlik politikası tartışması yapmamız iyi oldu. Ancak bunlar Norveç ve Finlandiya’da olduğu gibi, farklı görüşlere saygı gösterilerek ve kişisel görüşler aşağılanmadan yürütülmelidir.”

Kaynak: https://www.dn.se/debatt/den-militara-uppladdningen-i-nordeuropa-har-gatt-for-langt/


Çeviren: Soner Ertürk


isveç'te müesses nizamın değişimi ve yeni dış politika anlayışı