11 Eylül 2001 Saldırılarının İran’a Etkisi

Dünya tarihinde sahip olduğu etki bakımından dönüm noktası olarak görülen birçok hadise meydana gelmiş ve bu olaylar hem bölgesel hem küresel düzeyde birçok dengenin değişmesine neden olmuştur. Fransız İhtilali, 30 Yıl Savaşları, 7 Yıl Savaşları, I. ve II. Dünya Savaşları, 1856 Süveyş krizi, 1973 petrol krizi gibi küresel sistemi değiştiren bu önemli olaylara 2001 yılında bir yenisi eklenmiştir. 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) gerçekleşen terör saldırısının birçok ülkeye doğrudan siyasi, ekonomik ve sosyal etkisi olmuştur. İran örneği ele alınarak sınırlandırılan bu çalışmada öncelikli olarak saldırı sonrası ABD politikasının nasıl şekillendiği ele alınmıştır. Devamında İran’ın ABD dış politikasındaki yerine değinilerek tarihsel bağlamda 11 Eylül’e kadar olan süreçten bahsedilmiş, sonrasında saldırının İran
üzerindeki etkileri ile İran-ABD ilişkilerine yer verilmiştir.

11 Eylül 2001 Sonrası ABD

11 Eylül 2001’de ABD’de yaşanan terör saldırısı uzun vadede etkileri olan ve uluslararası sisteme derinden etki eden bir dönüm noktası olma niteliği taşımaktadır. Kaçırılan dört uçağın ikisinin New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine, birinin ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a çarpmasıyla meydana gelen olay ABD iç ve dış politikasında büyük dönüşümlere neden olurken, saldırıyı gerçekleştirenlerin Müslüman olması nedeniyle ülkede büyük bir Müslüman karşıtlığı ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda El Kaide lideri Usame bin Ladin’in olayı üstlenmesi ile ABD için “radikal İslam” tehdidi ortaya çıkmış, dolayısıyla bu durum Müslüman ülkelerle ve El Kaide bağlantısı bulunduğu düşünülen ülkelerle olan ilişkilere önemli derecede etki etmiştir. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un büyük tepki gösterdiği saldırı sonrası alınan bir dizi kararla ABD tarafından uluslararası terör, terörizmle mücadele ve güvenlik konularının merkeze alındığı bir dış politika izlenmeye başlanmıştır.

Söz konusu dış politika 2002 yılında Ulusal Güvenlik Stratejisi1’nde duyurulmuştur. Keskin ve sert ifadelerin yer aldığı belgede ABD, Ortadoğu’da tehdit olarak görülen ülkelere karşı ön alıcı savaş konsepti gereği politika uygulayacağını ve gerekli gördüğünde harekete geçileceğini belirtmiştir. Yeni tehdit algısı kapsamında ABD’nin izleyeceği politikalar Bush Doktrini adıyla anılmıştır. Herhangi bir tehdide karşı tehdidin saldırıya dönüşmeden harekete geçilmesi kapsamında ön alıcı saldırı, “şer ekseni”2 olarak tabir edilen güçlerle mücadele etmek için uluslararası hukuka uyulmayacağını ifade eden Amerikan İstisnacılığı ve “Ya bizimlesiniz ya karşı tarafla” söylemi doktrinin öne çıkan unsurları olmuştur. ABD’nin uygulamaya koyduğu bu yeni politikasından etkilenen ülkelerden biri olarak İran, 11 Eylül sonrası süreçten, ABD ile ve bölge ülkeleriyle ilişkileri, iç ve dış politikası kapsamında hem olumlu hem olumsuz şekilde payını almıştır. Bu etkilere geçmeden önce İran’ın ABD açısından önemine ve iki ülke ilişkilerinin tarihsel boyutuna kısaca değinmekte fayda görülmüştür.

ABD Dış Politikasında İran

Tarihi Safevi ve Kaçar Hanedanları’na dayanan İran, sahip olduğu petrol zenginliği ve jeostratejik konumu ile büyük güçlerin mücadele alanlarından biri olagelmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz-Sovyet rekabetinin yaşandığı bir ülke olan İran, çift kutuplu sistem hakimiyetindeki Soğuk Savaş yıllarında ABD’nin komünizm karşıtı politikası hasebiyle yeni bir mücadele alanı haline gelmiştir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin Ortadoğu’da yayılmasının önüne geçilmesi konusunda İran’ın ABD nezdindeki önemi artmış ve bu dönemde İran’a askeri destek verilmiştir.3 ABD ile İran arasında 1950’li yıllardan itibaren devam eden ikili olumlu ilişkiler 1979 yılında İran’da meydana gelen İslam Devrimi ile son bularak tam tersi bir yöne evrilmiştir.

Devrim sonrasında bütün diplomatik ilişkilerin dondurulduğu İran’ı ABD, 1984 yılında uluslararası terörizmi destekleyen devletler listesine eklemiştir.4 1979 itibariyle anti-Batıcı ve anti Amerikancı bir politik çizgi oluşturan İran, ABD için tehdit haline gelmiştir. ABD ise SSCB’nin yıkılmasının ve I. Körfez Savaşı’nın ardından bölgedeki etkisini artırmış, güç dengesini sağlamak adına İran ve Irak’ın askeri ve ekonomik gücü sebebiyle oluşturdukları tehdide karşı bu ülkelere yönelik çifte çevreleme politikası izlemiştir. Bu politika kapsamında ülkeye ekonomik yaptırımları öngören DE’ Amato yasası 1995 yılında ortaya çıkmıştır. İran’ın nükleer çalışmaları, bölgeye yönelik Şiileştirme ve rejim ihracı politikası, Hizbullah ve İslami Cihad gibi örgütleri desteklemesi ABD’nin tehdit algısını artıran unsurlar olarak öne çıkmıştır.5 Çifte çevreleme politikasıyla birlikte İran’a yönelik bir adım da uygulanan ticari ve ekonomik ambargodur. Ambargonun etkileri konusunda olumlu ve olumsuz olmak üzere iki bakış açısından bahsedilmektedir.

Ambargonun olumlu etkisi olduğunu iddia edenler ABD’nin ticari çıkarlarının zarar görmesi üzerinde dururken, olumsuz etkilediği görüşünü savunanlar ise dışarıdan silah alımlarındaki düşüşü, uluslararası örgütlerin İran’a borç vermek istememesi, petrol altyapı yatırımlarının maliyetinin artması konularına değinmiştir.6 İran’da 1997 yılında Muhammed Hatemi’nin (1997-2005) cumhurbaşkanı olmasının ardından ABD ile ilişkilerde görece ılımlı ve daha yumuşak bir sürece girildiği görülmüştür. 2000’li yıllara gelindiğinde 11 Eylül saldırısı ve ABD’nin Ortadoğu politikaları kapsamında İran ile yeni bir döneme girilmiştir.

11 Eylül Saldırılarının İran’a Etkileri

11 Eylül saldırılarının ve devamındaki gelişmelerin ABD iç ve dış politikasındaki etkisi kuşkusuz çok büyük olmuştur. Aldığı kararlar ve attığı adımlar ile ABD yalnızca iç politikasında değil küresel düzeyde birçok ülkenin politikasını ve geleceğini etkileyen ve dönüştüren bir öneme sahip olmuştur. 1979 İslam Devrimi ile yöneldiği farklı politikalarla ABD’nin karşısında yer alan İran’ın saldırıya verdiği tepki ilk aşamada insani boyutta olmuştur. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi 11 Eylül saldırısı sonrası yaptığı açıklamada çok sayıda masum insanın ölümüne sebep olan bu terörist saldırıyı kınadığını belirtmiştir. Aynı zamanda ABD’nin El Kaide ve Taliban’a savaş açma kararını ABD’ye lojistik destek sağlama teklifiyle desteklemiştir. 1989-1997
yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yapan Haşimi Rafsancani ise yaptığı açıklamada iki ülke arasındaki farklılıklara rağmen, ABD şemsiyesi altındaki bir terör karşıtı koalisyonda İran’ın da yer alabileceğini ifade etmiştir.7

İran’ın bu yaklaşımı dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un ifade ettiği ve kendi ismiyle anılan doktrinde de yer alan “şer ekseni” tabiriyle iyimserliğini kaybetmiş ve ABD karşıtlığı katı bir şekilde devam etmiştir. Bush Doktrini’nde belirtildiği üzere “şer ekseni” olarak nitelendirilen İran, Irak, Kuzey Kore ve Suriye ile birlikte, saldırının El Kaide bağlantısı nedeniyle Afganistan, ABD’nin hedef haline getirdiği ülkeler olmuştur. ABD’nin bu dönemde uyguladığı politikaların İran üzerindeki etkisi değerlendirildiğinde güvenlik ve nükleer çalışmalar olmak üzere iki dinamiğin öne çıktığı görülmektedir. Bu dinamiklere rejim tehdidi konusu da dahil edilebilmektedir. İran’ın temel politikası olan ve Irak, Suriye, Lübnan ekseninde etkinlik kurmak anlamına gelen Şii Hilali stratejisi, bölge ülkeleri nezdinde olduğu kadar ABD için de bölge politikaları ve müttefiklerinin güvenliği açılarından tehdit olarak değerlendirilmiştir.

Güvenlik bağlamında iki boyut söz konusudur. Birincisi; İran’ın algıladığı güvenlik tehdididir. 11 Eylül sonrasında ABD tarafından 2001 yılında Afganistan’a ve 2003 yılında Irak’a yönelik gerçekleştirilen işgaller, İran’ın güvenlik kaygılarını artırmış ve ciddi endişeler yaşamasına neden olmuştur. İşgaller öncesinde İran’ın Afganistan sınırının güvensizliği, terörizm, Taliban’ın ülkedeki Şiileri düşman olarak görmesi konuları nedeniyle güvenlik tehdidi hisseden İran’ın endişeleri, ABD’nin Afganistan işgali sonrasında farklı bir boyutta varlığını sürdürmüştür. Afganistan’da ve Irak’ta güvenliği açısından tehdit olarak gördüğü rejimlerin devrilmesi ve bölgesel güç haline gelmesi İran için olumlu bir gelişme olmuş8 fakat diğer yandan ortaya çıkan yeni düzende İran kendisini kuşatılmış olarak görmüştür. İşgallerle birlikte ABD’nin Orta Asya’da kurduğu iyi ilişkiler, Kırgızistan, Özbekistan ve Gürcistan’daki askeri üsleri, İran’ın hissettiği güvenlik endişelerini artırmıştır.9

ABD’nin bölge politikası açısından İsrail’in güvenliğinin önemi, 11 Eylül’ün İran’a olan etkisindeki ikinci güvenlik boyutudur. İran’ın İsrail’i “küçük şeytan”10 olarak nitelendirmesi ve düşman olarak görmesi, ABD ile ilişkilerine de olumsuz olarak etki etmektedir. İsrail’in güvenliği konusu ABD’nin Ortadoğu politikasının temel esasıdır. Kurulduğu yıldan bugüne İsrail, hem bölgedeki en önemli müttefik olması bakımından hem de Yahudi Lobisi’nin ABD politik yapısındaki etkisi dolayısıyla, ABD için dikkate alınan ve güvenliğinin elzem olarak görüldüğü bir statüdedir. Dolayısıyla İran’ın İsrail ile ilişkileri ve ona karşı oluşturduğu politikalar, ABD’nin İran’a yönelik tavrını etkilemiştir. İran’ın “şer ekseni” devletler içinde anılmasında ABD’nin “terörist” olarak gördüğü örgütlerin İran için “kurtuluş hareketi” anlamına gelmesi de etkili olmuştur. İran’ın İsrail’e karşı mücadele eden Hizbullah ve Hamas’a destek vermesi, ABD açısından teröre destek vermek olarak görülmekle birlikte Filistin-İsrail barışını da olumsuz etkilediği düşünülmüştür.11

11 Eylül sonrası ABD politikalarının İran üzerindeki etkisinin ikinci boyutunu İran’ın 1950’li yıllarda, Şah Muhammed Rıza Pehlevi döneminde başlattığı nükleer çalışmalar oluşturmaktadır. ABD-İran ilişkilerinin iyi olduğu dönemlerde başlanan nükleer faaliyetlerin 1979’dan sonra hem ABD’nin hem de ABD’nin bölge müttefiklerinin -özellikle İsrail- güvenliğini tehdit eder boyuta gelmesinden endişe edilmiştir. Teröre destek vermekle ve Ortadoğu barışını tehdit etmekle suçlanan İran, 2002 yılında nükleer çalışmaları dolayısıyla nükleer silahlar üretmekle de suçlanmıştır. Nükleer programlarına İran ekonomisini katalize eden endüstriyel ihtiyaçlar için enerji arzını yönlendirmek amacıyla başlayan İran bu dönemlerde iyi ilişkiler kurduğu ABD tarafından desteklenmiştir. İki ülke arasında Nükleer İşbirliği Anlaşması imzalanmış, İran, devletlerin nükleer girişimlerini barışçıl amaçlara yöneltmek için 1957 yılında BM öncülüğünde kurulan Uluslararası Atom Enerji Ajansı’na (UAEA) da üye olmuştur.12

İran’ın söz konusu nükleer faaliyetlerini geliştirmesinde İsrail’in de etkisi olmuştur. İsrail’in Körfez’deki etkisi ve nükleer silahlara sahip olduğu düşüncesi İran’ın ulusal güvenlik kaygılarını artırmıştır. İran güvenliğini güçlendirmek için İsrail’e karşı önleyici bir çabayla nükleer programa yer vermiştir. İslam Devrimi’nin ardından ABD ile ilişkileri bozulan İran’ın, söz konusu çalışmaları ise tehdit olarak görülmüş ve “şer ekseni” kapsamına alınmasında etkili olmuştur. Bununla birlikte ABD tarafından 2001 yılında İran’ın nükleer program geliştirmesine yardımcı olan Çin firmalarına kısıtlamalar getirilmiştir. 2005 yılında Mahmut Ahmedinejad’ın iktidara gelmesinin ardından uranyum zenginleştirme çalışmalarına başlayan İran’ın bu hamlesi, nükleer çalışmalarında barışçıl amaçlar gütmediği izlenimini oluşturmuştur. Nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullanmak, nükleer silah yayılımını engellemek amacıyla 1968 yılında imzaya açılan Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı (NPT) da imzalamış olan İran’ın faaliyetleri uluslararası barış ve güvenliğine ciddi tehdit olarak görülmüştür.13

Uranyum zenginleştirme çalışmaları yapan İran, 2004 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Üyeleri ve Almanya (P5+1) ile yaptığı anlaşmayla bu çalışmalarını askıya almış, 2005 yılında ise bu anlaşmadan çekildiği için yaptırımlara maruz kalmıştır. Söz konusu anlaşmalarda İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmaları yapıp yapmayacağı konusu görüşülürken, 2008 yılına gelindiğinde zenginleştirme oranı görüşülmeye başlanmış14 dolayısıyla uranyum zenginleştirmesini kabul ettirmesi bakımından İran kazançlı çıkmıştır.15 2000’li yılların başından günümüze dek ABD ile İran arasında bir sorun olarak süregelen nükleer çalışmalar konusu 11 Eylül sonrası ABD politikalarının günümüz uluslararası ilişkilerine olan etkisini göstermektedir. 1979-2015 yılları arasında ABD ile Avrupa Birliği (AB) ve BM ülkeleri tarafından ekonomik yaptırımlar ve ambargo uygulanan İran’ın, petrolden elde ettiği gelir düşmüş, ekonomisi zamanla kötüleşmiş iken 2015 yılında dönemin ABD Başkanı Barack Obama, İran ile Nükleer Anlaşma imzalamış, bu durum İran-ABD ilişkilerine kısmen ılımlı bir hava vermiştir.16 Fakat bu ılımlı hava uzun sürmemiş, 2017’de ABD başkanı olan Donald Trump bir yıl sonra anlaşmadan çekilerek İran’a yönelik yaptırımların devam edeceğini belirtmiştir.

2001’den sonra uluslararası terörle ve şer güçlerle mücadele kapsamında gerekli bütün adımların tek taraflı olarak atılması politikasını izleyen ABD için İran; Afganistan ve Irak’tan sonra kuşatılması gereken ülke olarak öne çıkmıştır. İran tehdidinin ortadan kaldırılması rejim değişikliğine bağlanmış, bölgedeki etkisini kırmak adına uygulanan yaptırımlarla kıskaca alınmaya çalışılmıştır. ABD’nin bu politikaları karşısında İran ise Rusya ile ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiştir. Bölge ülkeleri üzerinde nüfuzunu artırma politikaları, Rusya ve Çin’le olan münasebetleri İran’ı bölgesel güç olma konusunda tetiklemekle birlikte ABD’nin tepkisini çekmekte ve ABD’yi İran’a olan baskıyı artırma politikalarına yönlendirmektedir. Böylece her alanda taraflar arasında güvenlik ikilemini artıracak adımlar atılmakta bu da iki ülke arası ilişkilerdeki uçurumu derinleştirmektedir.

Sonuç

İran, Ortadoğu’nun en eski ve köklü geleneğine sahip ülkelerinden biri olarak, stratejik konumu, bölge statüsü ve politikalarıyla hesaba katılması ve dikkate alınması gereken bir ülke olma özelliğini her daim korumuştur. 1979’daki İslam Devrimi’ne kadar görece olumlu ilişkiler içerisinde olduğu ABD’ye yönelik karşıt politikalar içerisine girmiş ve ABD’nin bölge müttefikleri açısından tehdit oluşturmuştur. 11 Eylül 2001 yılında yaşadığı terörist saldırısının şokunu uzun yıllar hisseden ABD, terör örgütü olarak gördüğü yapılara olan desteği, nükleer çalışmaları, rejim ihracı politikası, Ortadoğu barışı adına oluşturduğu tehdit nedeniyle İran’ı mücadele edilmesi gereken şer güçler eksenine dahil etmiştir. Bush Doktrini kapsamında oluşturulan politikaların bir yansıması olarak sert ve askeri gücün uygulanmadığı İran’a, politik ve ekonomik yönlerden yaptırımlar uygulanmış ve İran açısından oldukça olumsuz sonuçlara neden olmuştur.

ABD’nin 11 Eylül’ün ardından gerçekleştirdiği Afganistan ve Irak işgalleri İran’ın rahatsızlık duyduğu rejimlerin ortadan kalkması nedeniyle olumlu bir gelişme olarak görülmekle birlikte, ABD’nin bölgedeki artan etkisi ve geliştirdiği ağlar İran’ın kuşatılmış duygusunu artırmıştır. Ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olarak algıladığı bu durumun üzerine bölge ülkelerinden İsrail ile olan düşmanlığı ve İsrail’in nükleer gücü de İran’ın tehdit algısını şekillendiren bir unsur olmuş ve nükleer çalışmalar yapmasına etki etmiştir. Güvenlik ikilemi konseptiyle eş değer şekilde İran’ın İsrail’den tehdit algılamasıyla artırdığı nükleer çalışmaları da bölge ülkeleri ve ABD için tehdit anlamına gelmiş ve 11 Eylül sonrası açıklanan Bush Doktrini’nde belirtildiği üzere mücadele edilmesi gereken ülkeler arasına alınmıştır. Bu iki dinamikle birlikte 11 Eylül’ün İran’a etkisi kapsamında ABD politikalarını şekillendiren bir unsur da İran’ın rejim ihracı politikasından hissedilen tehdit algılaması olmuştur. Sonuç olarak 11 Eylül’ün İran’a etkisi, ABD’nin şiddetini artırdığı sert güç politikaları kapsamında günümüze uzanan boyutlara sahip olan bir nitelik taşımaktadır.


Sonnotlar

[1] Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi tam metni için bkz. http://www.whitehouse.gov/administration/eop/nsc/.
[2] Bush Doktrin’nde yer aldığı üzere Irak, İran ve Suriye gibi teröre destek veren ve kitle imha silahlarına
sahip olmaya çalışan devletler oluşturdukları tehdit sebebiyle “şer ekseni” ya da “şer güçler” olarak
adlandırılmışlardır.
[3] Tayyar Arı, Irak, İran ve ABD, Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, (İstanbul: Alfa Yayınları, 2004), 268.
[4] Benan Kepsutlu, ABD’nin Ortadoğu Politikası, (İstanbul: İnkılap Yayınları, 2016), 180.
[5] Arı, a.g.e., s. 270.
[6] Jahangir Amuzegar, “Iran’s Economy and the US Sanctions”, The Middle East Journal 51, No: 2 (1997): 193
[7] Kashif Mumtaz Ghumman, “Iran-US Relations in The Post 9/11 Days: Problems and Prospects”, Strategic Studies 22, No 3 (2002): 173-174.
[8] Bilgehan Alagöz ve Ekber Kandemir, “11 Eylül Sonrası Dönemde Bölgesel Güvenlik ve İran’ın Afganistan Siyaseti”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi 2, Sayı 2 (2015): 119.
[9] Ersin Çelikkanat, “11 Eylül Sonrası ABD-İran İlişkileri ve Siyasi Boyutta Türkiye’ye Etkileri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi 3, Sayı 6 (2007): 128.
[10] ABD ise “büyük şeytan” olarak görülüyor.
[11] Giray Saynur Bozkurt, “11 Eylül Sonrası Amerika-İran İlişkileri”, TASAM, Erişim Tarihi: 02.09.2020, https://tasam.org/tr-TR/Icerik/3996/11_eylul_sonrasi_amerika-iran_iliskileri
[12] Riki Rahman vd., “Nuclear Issues in the Iran-United States Relations: From Friends to Foes,” Tamkang Journal of International Affairs 23, Nu 3 (2020): 13-14.
[13] İbid.
[14] 19 Temmuz 2008 tarihinde, Cenevre’de P5+1 görüşmeleri gerçekleşmiş ve Ortak Eylem Planı yapılması kararlaştırılmıştır. 20 Ocak 2014’te uygulanmaya başlanan Ortak Eylem Planı kapsamında müzakereler yapılmış, sonuç olarak İran açısından yaptırımlar azalırken ABD açısından ise İran’ın nükleer programı yavaşlatılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Murat Jane, İran’ın Nükleer Politikasının Gelişimi ve Uygulanan Ambargo ve Yaptırımların Dış Politikasına Etkilerinin Analizi, ANKASAM, Bölgesel Araştırmalar Dergisi, Ekim 2017, İran Özel Sayısı, 1 (2), s.268.
[15] A.g.e., s. 266.
[16] Kepsutlu, a.g.e., s. 247.


11 eylül 2001 saldırılarının iran'a etkisi